Noel'in Anlamı


İçinde bulunduğumuz popüler kültür içinde Hristiyan Doğuş Bayramı özenle renkli taşlarla bezenmiş ve süslenmiş bir pakete sarılı bir hediyeye benzer. O kadar ki, insan paketten gözünü alıp aslında hediyenin ne olduğuna bakamaz. Bu nedenle kanımca Noel olarak da bilinen Doğuş Bayramı’nın anlamını açıklamadan önce ne olmadığını söylemekte fayda var.

Birkaç yıl önce Finlandiya’nın Lapland bölgesine gitmiştim. Orada bana Noel Baba’nın evi olduğu söylendi. Gittim ve gördüm. Kendisinin Noel Baba olduğunu söyleyen ak saçlı, ak sakallı ve güler yüzlü yaşlı bir Finli karşıladı beni. Kendisine “Hiç Türkiye’ye geldin mi?” diye sordum. O da “Evet, her sene Noel’de geliyorum,” diye yanıt verdi. Her ne kadar tarihte Aziz Nikolas diye bilinen bir Hristiyan din görevlisi, Finlandiya’nın Lapland bölgesinde değil, ama Antalya’nın Demre yöresinde yaşamış olsa da, öncelikle Doğuş Bayramı Noel Baba’nın icat ettiği birşey değildir. Hatta Noel Baba’nın Doğuş Bayramı ile pek ilgisi yoktur. Ayrıca süslemeler, Noel ağacı, hediye alıp vermek, bu dönemde yapılan güzel yemekler ve tatlılar, her ne kadar “Noel” adı altında kutlanan güzel gelenekler olsalar da, bunların da Doğuş Bayramı’nın özüyle pek ilgisi olduğu söylenemez. Doğuş Bayramı bir Yılbaşı Kutlaması hiç değildir. Hollywood filmlerinin bize öğrettiği “Noel” ile gerçek Doğuş Bayramı da birbirinden çok farklıdır.

Peki o zaman Doğuş Bayramı’nın biz Hristiyanlar için anlamı nedir? Noel, en basit ve kısa ifadesiyle “Tanrı bizi kurtarmak için geldi” demektir. Tüm semavi inançlar Tanrı’nın yaratılan düzenden ayrı, ulu, yüce ve kutsal olduğu, her şeyi bilen ve her şeye kadir olduğu öğretilir. Biz Hristiyanlar da Tanrı’nın bu özelliklere sahip olduğuna inanırız. Ancak Hristiyanlığı diğer semavi inançlardan ayıran çok önemli bir özellik vardır. Bu da ulu, yüce, kutsal, kudretli ve her şeyi bilen bu Tanrı’nın bizi kurtarmak için yardıma muhtaç bir bebek olarak aramıza gelmesi ve bizim insanlığımızı bölüşmesi gerçeğidir. Aziz Pavlus İsa için şöyle der:

Kul özünü alıp insan benzeyişinde doğarak ululuğunu bir yana bıraktı. İnsan biçimine bürünmüş olarak ölüme, çarmıh üzerinde ölüme bile boyun eğip kendini alçaltı.

Yaklaşık iki bin yıl önce Beytlehem’de yardıma muhtaç bir bebek olarak dünyaya gelen Nasıralı İsa’da, Tanrı, bizim insanlığımızı bölüşmüştür. Aziz Luka, İncil’de İsa’nın doğumunun akıl almaz bir tezat içinde gerçekleştiğini resmeder. Evreni yaratan, her şeye kadir olan, ulu ve yüce Tanrı’nın Oğlu İsa, Sezar Avgustus’un “egemenliği” altında tam bir boyun eğme ve alçakgönüllülük içinde Beytlehem kentinde bir yemlikte yardıma muhtaç bir bebek olarak dünyaya geliyor. Daha sonra Luka, bu tezatı bir adım daha ileri götürüyor. Bir tarafta, kırlarda dolaşan basit, eğitimsiz, sıradan ve tanıklıklarına bile güvenilmeyen çobanlar ve, diğer tarafta, bu çobanlara açılan göksel pençere ile resmedilen göksel varlıkların, meleklerin büyük çoşkusu altında İsa’nın dünyaya gelişi.

Böylece bizler, kutsal, ulu, her şeye kadir ve her şeyi bilen yüce Tanrı’nın aynı zamanda bize yakın – hatta bize bizim insanlığımızı bölüşecek kadar yakın – olduğunu deneyim ettik. Bir Hristiyan ilahiyatçısının söylediği gibi İsa, Tanrı’nın insan yüzüdür. Biz O’nda Tanrı’nın kusursuz sevgisini ve bize karşı sunduğu her türlü kavrayışı aşan derin empatiyi gördük. Öyle ki, günahı bilmeyen kutsal Tanrı bizim gibi et ve kemikten bir insan olup bizim günahlarımızın fidyesi olarak kendi yaşamını verdi. İsa kendisiyle ilgili şöyle söylemişti: “İnsanoğlu hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını birçokları için fidye olarak vermeye geldi.” Gerçekten de, Beytlehem’de doğan bu sıra dışı çocuk yeryüzünde kusursuz bir yaşam sürdükten sonra insanlığın icat ettiği en acımasız ve aşağılayıcı ölüm cezası ile cezalandırılıp bizim günahlarımızın fidyesi olarak yaşamını verdi. Öyle ki, biz yaşayalım. Aziz Yuhanna şöyle der: “Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi. Öyle ki, O’na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun.”

Tanrı’nın, bazılarının “murdar” görebileceği bir şey, yani insan olması fikri diğer Semavi inançlarda pek de kabul edilmez ve hatta Tanrı’ya hakaret sayılabilir. Şöyle söylenir: Yaratılan düzenin üzerinde ve bu düzenden ayrı olan Tanrı, haşa nasıl olur da bir insan olabilir? Haşa nasıl olur da bir kadının rahmine giren bebeğe dönüşebilir. Bu iddianın Tanrı’yı aşağıladığına ve küçümsediğine inanılır.

Gerçek şu ki, aslında Hristiyanlar görüldüğünden çok daha büyük bir Tanrı algısına sahiptir. Öncelikle eğer tüm semavi inançlar Tanrı’nın her şeyi yoktan var ettiğine inanıyorlarsa, her şeyi kendi yüce iradesine göre yoktan var eden Tanrı için bir insan olmak hiç de imkansız değildir. Dahası, Tanrı İsa’nın doğumundan yüzlerce sene önce peygamberler aracılığı ile birçok sefer “Kurtarıcı” göndereceği Müjdesini vermiştir. İbraniler Kitabı’nın yazarı şöyle der: “Tanrı eski zamanlarda peygamberler aracılığıyla birçok kez çeşitli yollardan atalarımıza seslendi. Bu son çağda da her şeye mirasçı kıldığı ve aracılığıyla evreni yarattığı kendi Oğlu’yla bize seslenmiştir.” İsa’nın doğumu Tanrı için “B Planı” değildir. Kurtarıcımız İsa, Tanrı’nın öncesizlikten beri A Planı olmuştur.

Hristiyanların inandığı Tanrı, yarattığı düzenden uzak, bu düzene ve insanlara karşı ilgisiz, kayıtsız ve umursamaz bir Tanrı değildir. Bu Tanrı, yukarıdan bakıp yaptığımız her hatanın ve günahın hesabını tutan ve bunları bizim yüzümüze vurmak için sabırsızlanan bir Tanrı değildir.

Aksine Tanrı tüm yaradılışı kendi mutlak ve sonsuz sevgisinin bir yansıması olarak yaratmıştır ve onunla da paydaşlık halindedir. Bize gelmiştir. Çünkü bizi sever ve bizi kurtarmak ister.

Özetle bizim inandığımız Tanrı, bir insan olabilecek kadar kudretli, bizimle ilgili ve en başından beri bizi kurtarmayı tasarlamış olan bir Tanrı’dır.

Mesele Hristiyanların daha “insani” ya da “aşağı” bir Tanrı algısı olması değildir. Mesele, Hristiyanların diğer Semavi inançlara göre daha derin ve acı bir “günah” anlayışının olmasıdır. Şöyle ki, biz Hristiyanlar günahın bizim mayamızda olduğuna ve özümüze işlediğine inanırız. Buna gore, günahlı doğamız yüzünden yapacağımız hiçbir iyiliğin, sevabın, doğrunun, erdemli ve ahlaklı yaşamın, bizi Tanrı’nın doğruluğuna eriştirmeye yetmeyecektir. Aziz Pavlus şöyle söylüyor: “Çünkü herkes günah işledi ve Tanrı’nın yüceliğinden yoksun kaldı.” Bunu nasıl açıklayabilirim? Hiç kendinizi tümüyle çaresiz, ümitsiz ve güçsüz hissetiğiniz oldu mu? Tüm gücünüzün ve kaynaklarınızın tükendiğini ve önünüzdeki sorunun karşısında eriyip gittiğinizi hissettiniz mi? İşte, günah insanın önünde tam da böyle bir sorundur. Kanımıza ve iliklerimize kadar işler ve bizi kontrol eder. Günah bizleri dipsiz bir kuyunun içinde kimsenin bizi çıkaramayacağı kadar çaresiz ve zavallı bir durumda bırakır. Diğer inançlardan ayrı olarak kurbanla, iyilikle, ahlak ve erdemli yaşamla günahın egemenliğinden kurtulamayız. Eğer Tanrı yardımımıza yetişmeseydi, biz günahlarımız içinde ölüydük. Bizi bu mayadan kurtarabilecek tek kişi ancak Tanrı’nın kendisidir.

İşte bu nedenle Doğuş öyküsü iyi haberdir! İnsanlığa verilebilecek en iyi haberdir. Aziz Augustin şöyle diyor: “O gelip bizim insanlığımızı bölüştü, öyle ki biz de O’nun tanrılığını bölüşelim.” Bir başka deyişle Augustin şunu söylemek istemiştir: Tanrı bizim insan doğamızı alıp tekrar kusursuz yapmıştır. Yeruşalim şehrinin dışındaki tepede, Golgota’da İsa kollarını o çarmıh üzerinde açtığında, bunu sizin ve benim için yaptı. Kollarını dünyaya açtı. Öyle k,i biz O’nun bize sunduğu sonsuz sevgiyi ve kurtuluşu kabul edelim ve O’nunla birlikte sonsuza dek yaşayalım. Aynı İsa Vahiy kitabında şöyle sesleniyor: “İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim. Ben onunla, o da benimle birlikte yemek yiyeceğiz.” Burada İsa’nın derdi ne birine misafir olmak ne de karnını doyurmaktır. O’nun arzusu bu açık kollarına bizim yanıt vermemiz, yaşamlarımızın kapısını O’na açarak O’nunla sonsuza dek süren bir paydaşlığa “evet” dememizdir.

İşte bu, süslü bir paketten daha fazla bir anlamı olan bir hediyedir. İşte bu, genelek ve göreneklerden, ruhumuzu ve gözümüzü okşayan herşeyden çok daha derin ve anlamlı bir hediyedir. Bu hediye yaşam değiştirir.

Duam şu ki, içinde bulunduğumuz bu karışık ve kaotik dünyada bizler İsa’nın bizlere yapmış olduğu bu derin daveti işitelim ve yürek kapılarımızı O’na açarak bize sunulan kurtarışı kabul edelim. Amin.