Hristiyanlık Koronavirüs Konusunda Hiçbir Açıklamada Bulunmaz


Zaten bulunmaması gerekir

Bir çok Hristiyan için, korona virüsü sebebiyle gelen sınırlamalar Alçalış Dönemine denk gelmiştir. Geleneksel olarak bu dönem bir şeylerden feragat etme dönemidir. Ne var ki şu an getirilen kısıtlamalar-gösterilerin olmaması, okulların kapatılması, 65 yaş üstü kişilerin bir nevi hapsinde olması vs.-Alçalış Dönemindeki fedakarlıklarımızı gülünç hale getirir. Çikolata yememek ya da içki içmemek dostlarımızı, torunlarımızı görememekle ya da bir kafeye ya da kiliseye gidememekle kıyaslanınca bir hiçtir.

Normal şartlar altında bedenen bir araya gelmemizin bir sebebi vardır. Tecritin ağır bir ceza olmasının bir sebebi vardır.

Bu dönemde yaşadığımız bu Alçalış’ın öngörülebilir bir Diriliş Bayramı bile yok. ‘Şu kadar gün kaldı’ bile diyemiyoruz. Bir sakinlik var ama bu dinlenmenin değil, bekleyiş içindeki endişeli bir hüznün sakinliğidir.

Şüphesiz, duymaya alışık olduğumuz bir takım sesler Tanrı’nın bize bunu neden yaptığını açıklamaya çalışacaktır. Bir ceza mı? Bir uyarı mı? Belki de bir işaret. Bu tür Hristiyanımsı refleksif tepkiler, nesiller önce rasyonalizmi (mantıkçılığı) kucaklamış bir kültürün sonucudur. Bu bakış açısına göre her şeyin bir açıklaması olmalı. Peki ama ya öyle değilse? Ya gerçek anlamdaki insani bilgelik, bir takım garip gurup spekülasyonları paketleyip ‘tamamdır, değil mi?’ demek değilse? Ya T. S. Eliot’un 1940’lu yılların başında fark ettiği üzere verilebilecek tek öğüt yanlış şeyi ummamak adına umut etmeden beklemekse?

Rasyonalistler (Hristiyan olanları dahil) açıklamalar ister; Romantikler (Hristiyan olanları dahil) rahatlatılmak ister. Fakat ihtiyacımız olan şey bunlardan ziyade, Kutsal Kitap’tan gelen ağıt geleneğini yeniden keşfetmektir. Ağıt, insanların ‘neden?’ diye sorup cevap alamadığı zaman gerçekleşen şeydir. Kendi günahlarımıza ve başarısızlıklarımıza odaklandığımız ben-merkezci kaygılarımızın ötesine geçip dünyadaki acılara daha geniş bir şekilde baktığımızda ulaştığımız yerdir. Büyük bir şehirde bir pandemikle karşı karşıya kalmak yeterince kötüdür zaten, peki ya bir Yunan adasında tıklım tıkış bir mülteci kampındaysanız? Ya da Gazze’de? Güney Sudan’da?

Tam da bu noktada pek çok kilisenin belki de unutmuş olduğu Mezmurlar kitabı, Kutsal Kitap’ın ilahi kitabı yardımımıza yetişir. ‘Lütfet bana, ya Rab’ der altıncı Mezmur, ‘bitkinim; şifa ver bana, ya RAB, kemiklerim sızlıyor.’ 10.Mezmur açık açık ‘Ya RAB, neden uzak duruyorsun, sıkıntılı günlerde kendini gizliyorsun?’ diye sorar. Böyle de devam eder mezmurlar, ‘Ne zamana dek? Sonsuza dek mi beni unutacaksın?’ (Mez.13). 22. Mezmur ise İsa’nın çarmıhtaki eleminde alıntı yaptığı bir mezmur olduğu için bir o kadar can alıcıdır, ‘Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?’

Evet bu şiirler genellikle sonlarına doğru biraz ferahlar, Tanrı’nın varlığına ve umuda dair sözlerle biter, acının sebebini açıklamasalar da bir tür teskinle biterler. Fakat bazen de diğer yöne giderler. Mesela 89. Mezmur Tanrı’nın vaatlerini ve iyiliğini kutlayarak başlar sonra birdenbire her şeyin ters gittiğini anlatmaya başlar. 88. Mezmur ise sefalet içinde başlar ve karanlıkla biter: ‘Eşi dostu benden uzaklaştırdın, tek dostum karanlık kaldı.’ Kendi kendimizi izole ettiğimiz bu günler için yerinde bir söz.

Kutsal Kitap geleneğinin bu denli içine örülmüş bu ağıtların amacı sadece öfkemizin, acımızın, yalnızlığımızın ve olan bitene anlam verememizin bir ifadesi olmak değildir. Kutsal Kitap öyküsünün gizemi Tanrı’nın da ağıt yaktığı gerçeğidir. Bazı Hristiyanlar Tanrı’nın bu tür şeyleri aştığını düşünmeyi yeğler; O her şeyi bilendir, her şey O’nun kontrolündedir; dünyada olup bitenlerden etkilenmez, sakindir. Ama Kutsal Kitap’ta gördüğümüz resim böyle değildir.

Yaratılış kitabı,Tanrı’nın, yaratmış olduğu insanların şiddet dolu kötülüğü karşısında yas tuttuğunu anlatır. Kendi gelini olan İsrail halkı O’na sırtını döndüğünde Tanrı’nın kalbinin kırıldığını anlatır. Daha sonra da Tanrı bir insan olarak halkına yeniden geldiğinde-ki İsa’nın öyküsünü başka şekilde anlamaya çalışmak anlamsızdır-arkadaşının mezarı başında göz yaşları döker. Elçi Pavlus Kutsal Ruh’un içimizde ‘inlediğinden’ ve bizim de tüm yaratılışla birlikte inlediğimizden bahseder. Kadim Üçlü Birlik öğretisi bize İsa’nın gözyaşlarında ve Ruh’un inleyişinde Bir olan Tanrı’yı tanımayı öğretir.

Dolayısıyla Hristiyanlığın görevinin hiçbir yerinde neyin neden olduğunu açıklama işi yoktur. Hatta Hristiyanlığın görevinin bir parçası açıklayamamak, bunu yerine ağıt yakmaktır. İçimizdeki Ruh ağıt yaktıkça, kendimizi izole etmiş olan bizler de Tanrı’nın varlığının ve sevgisinin barınabileceği kutsal yerler haline geliriz. Bu noktadan da yeni olasılıklar, yeni iyilik eylemleri, yeni bilimsel anlayışlar, yeni umutlar ortaya çıkabilir. Belki de yöneticilerimiz için yeni bir bilgelik ortaya çıkabilir. Acaba bunu hiç düşündük mü?

N.T. Wright